Bir gün Resulullah (s.a.v.) Hz. Ali’yi yanına çağırır ve
kendisine bir sır vereceğini söyler. Hz. Ali heyecan ve mutluluktan deliye
döner. Zira ne büyük şereftir ki, peygamberi ona bir sır verecektir. Ne müthiş
bir saadettir ki, bir sır varsa bunu yalnızca iki kişi bilir. Ve en önemlisi bu
sırrı bilenlerden biri Hz. Muhammed (s.a.v.) diğeri ise kendisi olacaktır.
Artık huzur içerisinde sevgili peygamberini dinlemeye koyulur. Dinlediklerinin
etkisi ile olduğu yere yığılır ve uzunca bir süre kendisine gelemez. Ayağa
kalkacak takati kendisinde bulduğu vakit peygamberinin elini öper ve huzurdan
ayrılmak için izin ister.
O günden sonra Hz. Ali bir tuhaftır. İnsanlarla çok ilgilenmez, sohbet için kurulan meclislerde muhabbete sadece dinleyerek iştirak eder olmuştur. Söz sırası kendine geldiği zamanlarda ise kısa ve öz cümlelerle geçiştirir.
Zaman geçtikçe ortak olduğu
sırrın ağırlığı altında iyice ezilmiştir. Artık dayanacak gücü kalmadığı bir
gün, verilen sırra ve peygamberine ihanet etmemek adına kurumuş bir kuyunun
başına gider ve sırrı olduğu gibi o kuyuya anlatır. O an itibari ile
rahatlamıştır, huzur içinde kavmine döner. Lakin ileride olacaklardan haberi
yoktur.
Çünkü Hz. Ali kuyunun başından
ayrılır ayrılmaz kurumuş olan kuyunun suyu tekrar yükselmeye başlar ve
neredeyse bir çağlayana dönüşür. Kuyudan taşan sular çölü cennet misali güzel
bir alana dönüştürür ve sazlıklar oluşmaya başlar.
Bu olay, tam o esnada oradan
geçen bir Dervişin dikkatini çeker. Sazlıklara yaklaşır ve içerisinden en güzel
olan kamışı seçerek koparır, iyice temizler. Güzel bir işçilikle üzerine
delikler açar, cilalar, neyi bulur.
Artık yapılması gereken tek şey
Cenab-ı Zül Cemal Hazretlerinden gelen sırrı anlayan kalplere nakşetmektir.
Bunun üzerine olması gereken olur, Derviş neye üflemeye başlar ve Cihan
temelinden sarsılır.
Sırrın ifşa edildiğini anlayan
Resulullah (s.a.v.) Hz. Ali’yi yanına çağırır ve sırrı neden açık ettiğini
sorar. Hz. Ali ise mahcup bir halde :
“Ya Resulullah, ben sırrı hiçbir
Ademoğlu’na açmadım; lakin bir kuyuya anlattım. Zira o kuyuya da anlatmasaydım,
sırrın azameti beni benden edecek, neredeyse aklımı başımdan alacaktı” der.
Resulullah (s.a.v.) tebessüm
eder. Zira rahmet peygamberidir. Hayatta en çok sevdiği insanların başında
gelen amcası Hz. Hamza’nın ciğerlerini dişleyen Ebu Sufyan’nın karısı Hind’i
bile affetmiştir. Kaldı ki amcasının oğlu, biricik kızı Hz. Fatıma’nın kocası
ve ciğer pareleri Hz. Hasan ve de Hz. Hüseyin’in babası olan Hz. Ali’yi affetmesin.
Aslında Peygamber (s.a.v.) sırrın açık edileceğini zaten bilmektedir ve bu
şekilde açık edilmesi için Hz. Ali’ye anlatmıştır. Hz. Ali’ye iyi yaptığını
söyler ve sevindirir. Çünkü bu sırrı sadece algılayabilen dimağlar çözecektir.
Bu dimağlar, yani zatlar ise; o zamandan bu zamana, bu zamandan ise kıyamete
kadar gelecek olan Cenab-ı Hak aşıklarıdır.